https://78.media.tumblr.com |
Yürüyorsun, peki
nereye? O da bir hışırtı oldu ve ağaçların arasına karıştı. Kuzeydeki
yerleşimlerin en ilginç olanı burasıydı. Rana’nın şehri. Ağır adımlarla ilerlerken sanki attığı her
adım toprağa ciddi bir baskı uyguluyor gibiydi. Mavi keskin gözleri ise bir
yandan etrafı dikkatle süzüyordu. Bu sonbahar günü kuru yaprakların arasında
ormanın derinlikleri onunmuşçasına yürüyordu. Birden adımları daha da
yavaşladı. Hafifçe eğilerek yürümeye başladı. Siyah postalların kuru yapraklar
üzerinde ilerlerken ses çıkarmaması için ekstra bir çaba sarf ediyordu. Sağ
kolunu oldukça ağır bir biçimde sırtındaki çantaya götürüp sessizce bir adet ok
aldı ve yaya yerleştirdi. Hareketleri o kadar temkinliydi ki okun tahtaya
sürtünüşü yaprakların cılız sesleri arasına karışıp yok olmuştu. Nefes alışları
oldukça düzenli ve ormandaki diğer her şeyle uyum içerisindeydi. Rana’nın şehri
de artık ılık bir nefes alıp kendini Kahil’in kollarına bırakabilirdi. Çünkü
biraz ilerdeki hafif eğik ağaçların arasında fısıltıyla konuşan iki kişinin
Kahil’i fark etmeleri imkansıza yakındı. Uzaktan bakıldığında tartışıyorlar
gibi duruyordu, sarışın bir adam ve hafif kavruk tenli bir kız. Kahil’se nerden
gelmiş olabileceklerini sınıflandırmaya çalışıyordu. Ancak kız Doğu insanının
karakteristik görünüşünü taşırken 1.85 boylarındaki genç, kuzey avrupada ki
yerli gruplardan birine aitmiş gibi sapsarı saçlara ve burnu üzerine yayılmış
hafif kahverengi çillere sahipti. Muhtemelen birisinin ait olduğu yer konusunda
yanılıyordu. Ancak ikisinin de kökenlerini doğru tahmin ettiğine emindi. Tek
problem ırksal farklılıkların artık ortadan kalktığı dönemden beri insanların
sıkça kabile değiştirmeleri ve karma bir toplum şeklinin yaygınlaşmasıydı.
Nerden geldiklerini ya da neden burada olduklarını anlayabilmek için usulca
biraz daha yaklaştı. Duyabildiği sadece kızın sinirli ses tonunu fısıltı
halinde tutmak için ekstra bir çaba sarf ediyor oluşuydu. Yüz ifadesi
karşısındakini bastırmaya çalıştığı için sertti. Kahil konuştuklarını biraz
olsun anlayabilmeliydi ondan sonra harekete geçebilirdi. Ama bunun işe
yaramayacağını fark etti. Hızla birkaç adım attı.
“Kaldırın elleri.”
İkisi de korkuyla Kahil’e dönmüşlerdi şimdi. Kahil hiçbir şey söylemeden birkaç
saniye daha onları süzdü. Kaşları dümdüz bir hal almıştı. Elindeki gergin okla
sağ tarafa geçmelerini işaret etti. Şimdi onun için daha iyi bir konumdaydılar.
Kahil güçlü sesini kullanmak için daha fazla çaba harcama gereği duymuyordu.
Nasıl olsa anlatmaya başlayacaklardı; sadece ikisi mi vardı yoksa başkaları da
buralarda mıydı?
“Doğu’dan geliyoruz.” Dedi sarışın olan. Çarpık ön
dişlerinden dökülen kelimeler Kahil’de bir iğrenme duygusu oluşturmuştu. İkisi
de Kahil’in burun deliklerinin hafifçe genişlemesini ve havayı içine çekişini
izledi. Duruşunda ve vücudunun gergin halinde bunun dışında herhangi bir
değişiklik yoktu. Bembeyaz, güçlü elleri yayı tutmaya devam ederken, bir an
esmer kızın bakışları Kahil’in parmaklarına kaymıştı. İşaret parmağında kireç
rengindeki tenine tamamen zıt iki siyah çember onun yanındaki parmağında
aralıklarla çizilmiş diğer parmakların arasına oturan başka ince bir çember
kaplıyordu. Aslında yayı tutuşu esnasında onlar net bir biçimde görülmese de
baş parmağındaki üç siyah zarif çember şekli net bir biçimde parlıyordu.
https://78.media.tumblr.com |
“Yasak bölgeye girerek günümü renklendirmeye mi
çalışıyorsunuz?” dedi Kahil. Sesi tok ve katıydı. İkisinin tepkilerini hızla
incelemeye devam ediyordu. Mavi gözleri sabit ve şüpheye yer bırakmayan
bakışlar sunarken, zihni bir askerin düşmanını değerlendirdiği biçimde işliyordu.
Herhangi bir kuşun sesi bile şu an algılarına dahil değildi. Bu ormanda çok
fazla kuşun yaşadığını söylemek de mümkün değildi zaten ama yine de biraz
uzaktan, şehrin merkezine doğru olan kesimden gelen cıvıltılar vardı. Onun
dışında sadece üçünün nefes alışları duyulabiliyordu. Kahil kızın arkasında ne
olduğunu görmek için kafasını sola doğru eğdi. Uzun ağaçların yüksek dalları
arasında gri gökyüzünün çok fazla görülmediği bir yerdeydiler. Yukarıdaki
yapraklara düşen yağmur tanelerini henüz fark etmemişlerdi. Sadece birkaç damla
önündeki yaprakların üzerine düştüğünde Kahil kafasını çok hafif bir biçimde
kaldırdı ve tamamen gri bir hal alan gökyüzüne baktı. Doğrusu uzun zamandır
yağmur yağmıyordu. Ancak bunu yapmasının tek nedeni onları denemekti. Kahil’in
boşluğuna gelmiş gibi duran bu durumu değerlendirecekler mi onu anlamaya
çalışıyordu. İlk kural. Güvenebilir misin öğren.
İkinciye geçmek için henüz çok erkendi. Esmer kız ellerini
arkasından ağırca öne doğru alırken Kahil’in başı hala yukarıdaydı. Okunu biraz
daha gerdi. Her şey bir saniye içerisinde olmuştu. Kızın elleri tuttuğu cisimle
birlikte karnında birleştiğinde Kahil’in oku onların hemen yanında ki ağaca
saplanmıştı. Şimdi ikisi de gerilmiş hızlı nefesler alıyorlardı. Hızla
sırtındaki siyah çantadan bir ok daha alıp yaya yerleştirdi. Bu sadece uyarıydı
yoksa şimdiye karar ıskaladığı hiç görülmemişti.
“Sadece yardım istemek için geldik.” Dedi kız. Elleri
titriyordu ancak solmuş saman kağıdını bir yandan ona doğru uzatmıştı.
“Aç kâğıdı.” Dedi Kahil. İkinci kural. Titreyen ellere ve
korkmuş bakışlara aldanma. Kahil çaylak değildi. Uzun zamandır şehrin dış
surlarından ormanın bitişine kadar olan noktayı kendi mıntıkası gibi koruyordu.
Yaklaşık üç yıldır. Rütbesi de bu nedenle üç çembere eşitti. Rana’nın şehrinde
insanın dış dünyaya açılan parçası ellerdi. Sadece dokunsal olarak en gelişmiş
vücut parçası olmasıyla tanımlanmayı hak etmiyordu. Burada; kendini ifade
etmenin, kim olduğunu kanıtlamanın, gücün bir göstergesiydi. Yani ellerindeki
dövmeler birçok şeyi simgeliyordu. Ancak buraya ait olmayan kızın titreyen
cılız elleri kâğıdı uzatırken merhamet istediğini gösteriyordu, başka hiçbir
anlam çıkarmamanız gereken bir işaret. Kahil kâğıtta yazanları bu mesafeden
okuyamıyordu, yine de hepsinin altındaki kırmızı mühür oldukça netti. Yıllarca
ezilen halk kendini kurtarmaya çalışmıştı. İçlerinde zenginler, zekiler,
çalışkanlar ya da bir şekilde sefil olan diğerlerinin arasından sıyrılmayı
başaranlar başka yurtlar aramak için yola koyulmuştu. Hala umudun olduğunu
düşündükleri yerlere doğru koşmayı denemişlerdi. Savaş çoğu yerde yıllar önce
bitmişti ancak bazı yerler aradan geçen tüm zamana rağmen kendi iç düzenini
kurmayı başaramamıştı. Halk sefillik içinde kimsenin birbirine aldırış
etmeyeceği bir şekilde yaşıyordu. Tüm odunların kül olduğu kamp ateşinin
aslında sönmeyip, en dipte bir kozdan usulca gri bir duman olarak sızışı
gibiydi. Tabi bu durum savaşın bittiği yerlerinde iyi halde olduğunu
kanıtlamıyordu. Dünya üzerinde binlerce yıl yaşanmıştı. İnsanoğlu her devirde
kendi sonunu getirmek için uğraştıysa da hiçbir dönem böylesi kanlı bir
atmosfere şahit olmamıştı, hiçbir zaman bu kadar insan ölmemişti.
Belli bir düzen şimdi
de vardı. Kaosun ve kasırganın ortasında duran bir masa ile sandalye gibi eğreti
bir sistemdi. Asla yerini bulamamış yaşamlar oradan oraya koşturuyorlardı. İşte
yeni bir çift yaşam daha karşısında duruyordu. Tamamen Kahil’in ve onun
dudaklarından dökülecek birkaç kelimenin insafına kalmıştı. Yepyeni, umut dolu
bir dünyanın kapılarının onlar için açılmasını bekliyorlardı. Ellerinden gelen
her şeyi yapmaya hazırlardı. İçgüdü işte.
“Düşün önüme.” Dedi
Kahil. Onlar önüne doğru geçtiğinde, birkaç adım atıp ağaçtaki oku sertçe
tutarak çekmeyi ve çantasına koymayı ihmal etmedi. Ancak bunları o kadar doğal
bir biçimde yapmayı öğrenmişti ki üzerindeki siyah hırkanın fermuarını yukarı
çekerken gelebilecek bir saldırıya da karşılık vermeye hazırdı. “Yürüyün
bakalım, derdiniz neymiş öğrenelim.” At kuyruğu yapılmış uzun siyah sıkı
saçları da attığı her adımda onlarla birlikte hareket ediyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder