Ana içeriğe atla

Mutluluk Manifestosu!

cola

Bir takım su bardağına benzeyen bölük pörçük gülümsememin arkasına sığındım. Koca bir hayatın ortasında düşüncelerle kalakalmanın ağırlığını taşıyabilir miyim diye düşündüm. İnsanlığa verilmiş ilk ceza; bilinç miydi? Düşünebiliyor olmanın bir bedeli vardı. Hissedebiliyor olmanın bir karşılığı. 
Amfinin ortasından bir ses tahtaya doğru ilerledi. 
“Düşünebiliyor olmak insanoğlunun laneti midir, hocam?”  
Bu sözlerde tebeşirle birlikte tahtaya çarpmıştı. Profesör tüm sakinliği ve ağırlığıyla sesin geldiğini düşündüğü yöne döndü. Sese çevrilmiş diğer kafalarda işini kolaylaştırıyordu. Herkesin soruyu neden böylesi bir şaşkınlıkla ve tuhaf karşıladığını kavramaya çalıştı. Matematik dersinde bulunuyor olmalarının felsefi sorunun karşılaştığı abes tepkiyle alakası olabilirdi elbet.  
“Bazı kaynaklar öyle olduğunu söyler.” dedi Gözlüklerinin üzerinden cesur öğrencisini süzüyordu. Hangi kaynaklar olduğuna dair bilgi veremeyeceğim şimdi. Çünkü o sırada amfideki herhangi bir öğrenciydim. Bu soruyla birlikte diğer tarafa ayrılmış çoğunluktan biri. Yeniden bu anıya dönmemin makul bir sebebi yok. Ancak yarım kalmış hikayeler tamamlananlardan daima daha fazla hatırlanıyor. Bunu biliyorum. 
Hayatıma yansımaları nasıl olmuştur bu anın? Suya kendini tamamen bırakıp sırtüstü yatmaya benzetebilirim. Bunu, düşünerek başaramazsınız. Yapmanız gereken tuzlu suyun bedeninizi kaldıracağına dair tek bir şüphe duymadan ona teslim olabilmektir. Bir de gövdenizin tüm bu akışa doğal bir biçimde uyum sağlaması sayılabilir. Suyun kulaklarınıza doluyor olması sizi korkutmamalıdır. Tıpkı hayatın kulaklarınızdan sızdırmaya çalıştığı kuruntular gibi. Bırakın vesveseler orada kalsın ve siz sadece hayatın göğsünüzü yukarıya doğru kaldırmasına, güneşi size bambaşka bir açıdan göstermesine izin verin. Yoksa düşüncenin ağırlığıyla suyun dibine doğru çekileceksiniz. Avuç içinizde tutmaya çalıştığınız her insanın giderek ağırlaşması gibi zihninizde daha aşağıya gitmenizi sağlayacak tonlarca ağırlıktaki kütlelere dönüşecek. İşte bu düşüncelere geldiğim günlerde o anıya dönüyor ve insanoğluna verilenin bir lanet olup olmadığını sorgulayıp duruyorum. Bu, tohumun dallarının her uzayışı ve benim onları kesme çabam. 
Eğer burada olsaydın; sana, modernizmin insanlığın üzerine bir tül gibi örtüldüğünü söylerdim. Göremediğimiz ama varlığını bir şekilde hissedebildiğimiz bir fazlalık. Bazı zamanlar insanlığın lanetinin bu olduğu kanısına da varıyorum. Modernizme ait tüm o makinelerin arasından kafamı uzatıp soruyu soran öğrenciye dönmeme benziyor. Goethe’nin Faust’u neden yazdığını, hikâyenin ilk kez kimin aklına düştüğünü, üzerimize sere serpe uzanan tülü kaldırıp kaldıramayacağımızı merak ediyorum. Ancak omuzlarımız bu kadar çok soruyu kaldıramaz gibi geliyor. Yaşama teslim olmayı seçiyorum. Dışarıdan bakan birinin cahilliğimi düşünmesini umursamıyorum. Sonuçta sırtüstü uzanmayı seviyorum, boğulmayı değil. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kelimeler

  Elimi cama yaslıyorum. Buhardan bir perde var aramızda sadece. İkinci katın penceresinden onu izleyebildiğim için şanslı olmalıyım.  Eski tarz bir köy evinin tahta çubuklarla dörde bölünmüş küçük pencerelerini andırıyor. Küçük kare camların kenarlara doğru olan kısımları buğulanmış ancak ortaları onu net görebilmemi sağlıyor. Sahi, burada azıcık yüksekçe evin kenarından yolun karşısındaki seni izleyişimi hissedebiliyor musun? Tümden gri değil dışarısı, içerinin tüm o sıcak havasına karşın ben onun üşüdüğünü kalbimde duyabiliyorum. Duyduğum sadece artık samimiyetini kaybetmiş vücut ısısı değil, sesi de kulaklarımda. Karşısındaki yaşlı kadına bir şeyler soruyorken onu dinleyebilmek yaptığım tüm eylemler içerisinde en cana yakını. Gür ancak yumuşak bir sesi var. İnsanın içindeki günebakanların hepsini birden kendine döndürebilecek cinsten. Uzunca bir süre dinlediğinizde boynunuz hafifçe eğilip yerini göğsünüze doğru yaklaşan bir gülümsemeye bırakabilir. Bunun o da farkında...

Yeşil Kadife Koltuk

https://spaece.tumblr.com/post/167088023576  Oturduğum koltukta biraz daha kıvranıyorum. Asker yeşili bir kadife. Tonunu hayal etmenizi tam olarak sağlayamam biliyorum. Aslında o kadar da önemli değil, kafamın içindeki hiçbir rengi ya da sesi ya da görüntüyü tam olarak bilemeyeceksiniz. O da bilmiyor. Son günlerde bana karşı her davranışında ona yine de gülümseyerek baktım. Gözlerinin içine doğru saf pür bir gülümseme. Ancak samimi olmayan onlarcası. Oturup defalarca tartıştık. Koyu gözleri ve ikisi birbirine eşit olmayan göz kapaklarını hatırlıyorum. Onu ilk kez böyle gördüm. Bana karşı ilk kez bu kadar yargılayıcı, ilk kez karşımda yabancı biri konuşuyormuşçasına bir his. Bütün gece uyuyamadım. Sanırım bu duyguya da alışmam gerekiyor. İnsan olmak. Sizi evirip çevirip kafasındaki gibi bir hale getirmeyecek birilerini arıyorsanız eğer ben bulabileceğinizi sanmıyorum. Bu süreçte sizde kafanızdakileri yontuyorsunuz. O tahtadan berjeri yeşil kadife koltuğun yanı başına koyabilmek ...

Tembellik üzerine ve Oblomovluk

Merhaba bir şekilde bu yazıyı okumaya başladığına göre üşengeçlikle başın dertte ya da Oblomovu merak ediyorsun. Tabi şans eseri burada olma ihtimalinde var.  zihnimizdeki oblomovka TAŞINDIK! Devamını okumak istiyorsanız yazıya aşağıda yer alan linkten erişebilirsiniz! İyi okumalar. http://www.okursanyazariz.com/tembellik-uzerine-ve-oblomovluk/